Nâbî’nin Hayatı
Nâbî, 1052 (1642) yılında Ruha’da (Şanlıurfa) dünyaya geldi. Asıl adı Yûsuf olup, Nâbî mahlasıyla tanındı. İlk eğitimini Urfa’da alarak Arapça ve Farsça öğrendi. Erginlik yaşlarında tasavvufa yönelerek bir şeyhe intisap etti. 1076 (1666) yılında İstanbul’a gitti ve burada IV. Mehmed’in musâhibi Damad Mustafa Paşa ile tanıştı. Bu dönemde Lehistan seferine katıldı ve Kamaniçe’nin fethi üzerine iki tarih düşürdü.
1089 (1678-79) yılında hacca gitmek için izin aldı ve Mısır Valisi Abdurrahman Abdi Paşa’ya ferman yazdı. Hac dönüşünde Mustafa Paşa’nın kethüdâlığına yükseldi ve Tuhfetü’l-Haremeyn adlı eseri bu seyahatin mahsulü oldu. Mustafa Paşa’nın 1098 (1687) yılında ölümüne kadar onun yanında kaldı ve sonrasında Halep’e yerleşti.
Halep’te devletin kendisine sağladığı maaşla yaşayan Nâbî, II. Süleyman ve II. Ahmed’in tahta çıkışına sessiz kalmasına rağmen 1106 (1695) ve 1114 (1703) yıllarında tahta çıkan II. Mustafa ve III. Ahmed’e cülûs kasideleri yolladı. Bu dönemde ünlü eseri Hayriyye‘yi tamamladı.
1121 (1710) yılında Baltacı Mehmed Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesiyle İstanbul’a geri döndü. İstanbul’da Nâbî, şeyhü’ş-şuarâ olarak kabul edildi ve büyük bir hayranlık gördü. Bu dönemde Darphâne eminliği ve başmukabelecilik görevlerine getirildi.
1712 yılında ağır bir hastalığa yakalanan Nâbî, 13 Nisan 1712’de hayatını kaybetti ve Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’nda Miskinler Tekkesi sofasına defnedildi. Şiirlerinde hikemî tarz dolayısıyla kendisinden sıkça söz edilen bir sanatkârdı ve Türk şiirindeki hikemî tarzın temsilcisi olarak görüldü. Nâbî’nin hayatı ve eserleri, Türk edebiyatında önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.
Nâbî Kimdir?
- 1052 (1642): Nâbî, Ruha (Şanlıurfa)’da doğdu. Asıl adı Yûsuf’tur.
- Çocukluk ve gençlik yılları: Urfa’da geçti. Burada Arapça ve Farsça öğrendi.
- 1076 (1666): İstanbul’a geldi ve Damad Mustafa Paşa ile tanıştı.
- 1086 (1675): Şehzadeler için düzenlenen sünnet düğününe katıldı ve Sûrnâme’sini yazdı.
- 1089 (1678-79): Hacca gitmek için padişahtan izin aldı.
- Hac dönüşü: Mustafa Paşa’nın kethüdâlığına yükseldi ve Tuhfetü’l-Haremeyn adlı eseri yazdı.
- 1098 (1687): Mustafa Paşa’nın ölümüyle Boğazhisar (Seddülbahir)’da kaldı.
- Daha sonra: Halep’e yerleşti ve orada evlendi. Oğulları Ebülhayr Mehmed Çelebi ve Mehmed Emin dünyaya geldi.
- 1106 (1695) ve 1114 (1703): II. Mustafa ve III. Ahmed’e cülûs kasideleri yolladı. Bu dönemde Hayriyye‘yi tamamladı.
- 1705-1706 Hayrâbâd, Baltacı Mehmed Paşa adına yazılmıştır. Ünlü bir eseridir.
- 1710: Baltacı Mehmed Paşa’nın sadrazamlığa atanmasıyla İstanbul’a geri döndü.
- İstanbul dönemi: Darphâne eminliği ve başmukabelecilik görevlerine getirildi. Münşeât adlı eserini derledi.
- 1712: Ağır bir hastalığa yakalandı ve Farsça bir tarih kıtası yazdı.
- 6 Rebîülevvel 1124 (13 Nisan 1712): Nâbî vefat etti ve Üsküdar’da Karacaahmet Mezarlığı’nda Miskinler Tekkesi sofasına defnedildi.
Nâbî’nin Kısaca Eserlerinin İsimleri
Nâbî’nin eserleri hem manzum hem de mensur eserlerden oluşmaktadır. İşte bu eserler ve içerikleri hakkında özet bilgiler:
- A) Manzum Eserleri:
- Divan: Nâbî’nin en önemli şiirlerinin yer aldığı eseridir. Gazeller, kıtalar, kasideler ve diğer nazım şekilleri bu eserde bulunur.
- Dîvânçe: Farsça yazılmış gazel, tarih ve tahmîslerin yer aldığı bir eserdir. İran şairlerine yazılmış yirmi tahmîs bulunmaktadır.
- Hayriyye: Didaktik karakteri ve dine vurgu yapan bu mesnevi, Nâbî’nin en önemli ve şöhretli eserlerindendir.
- Tercüme-i Hadîs-i Erbaîn: Abdurrahman-ı Câmî’nin eserinden yapılan manzum çeviri, hadislerin sade bir dille tercüme edilmiş kıtalarını içerir.
- Hayrâbâd: Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme’sindeki bir hikâyenin genişletilmiş versiyonu olan bu mesnevi, Nâbî’nin manzum eserlerindendir.
- Surnâme: Mehmed’in şehzadelerinin sünnetleri vesilesiyle yazılmış olan bu mesnevi, 587 beyitten oluşmaktadır.
- B) Mensur Eserleri:
- Tuhfetü’l-Haremeyn: Nâbî’nin hac yolculuğunu anlattığı bu eser, süslü nesir örneği teşkil eder ve Türkçe, Farsça ve Arapça şiirleri içerir.
- Münşeât: Nâbî’nin mektuplarının toplandığı eserdir. Süslü nesir örnekleri ve önemli şahsiyetlere yazılmış mektuplar bulunmaktadır.
- Fetihnâme-i Kamaniçe: Mehmed’in Lehistan’a yaptığı sefer sırasında manzum ve mensur olarak yazılan eser, fethedilen Kamaniçe Kalesi hakkında bilgiler içerir.
- Zeyl-i Siyer-i Veysî: Nâbî, Veysî’nin yarım bıraktığı eseri tamamlamak amacıyla yazmıştır. İki zeyil içeren bu eser, İslam tarihi hakkında olayları anlatır.
Nâbî’nin Edebi Kişiliği
Yusuf Nâbî, 17. yüzyıl Osmanlı dîvân edebiyatının önemli şairlerinden biridir. Eserlerinde hayatın, toplumun ve sosyal sorunların eleştirilmesine önem vermiş; didaktik ve ahlakçı bir tutum sergilemiştir. Nâbî’nin edebi kişiliği, yaşadığı dönemin sosyal ve ahlaki sarsıntılarına duyarlı bir yazarın ve düşünce adamının portresini çizmektedir.
Şairin eserlerinde sıklıkla kullandığı sade ve yalın bir dil, onun herkes tarafından anlaşılmayı amaçladığı ve hayatla iç içe olmasını istediği bir anlatım tarzıdır. Bu özellik, Nâbî’nin şiirlerini daha ulaşılabilir ve etkili kılar.
Nâbî, İslâm ilimlerini ve klasik şark dillerini çok iyi bilen âlim ve fâzıl bir şâir olduğu kadar, düşünce ve fikirlerine de büyük değer veren bir sanatçıydı. Bu yüzden eserlerinde söz sanatlarını abartmadan, düşünce ve fikirlerini öne çıkararak ifade etmeyi tercih etmiştir. Bu durum, onun edebi kişiliğinde dikkate değer bir özgünlük yaratmıştır.
Eserlerinde, dîne, şeriate, ahlâk ve fazilete büyük bağlılık gösteren Nâbî, 17. yüzyıl dîvân şiirinde bir “tefekkür” edebiyatı çığırı açmıştır. Bu anlayışla yazdığı şiirlerde, sosyal ve ahlâkî sarsıntıları ele alarak farklı bir şahsiyet ve hususiyet ortaya koymuştur.
Nâbî’nin didaktik ve ahlakçı tavırları, devrinin sosyal aksaklıklarıyla doğrudan ilintilidir. Şair, yaşadığı dönemin sorunlarına dikkat çekerek, toplumun ve yönetimin eksikliklerine karşı bir tepki göstermiştir. Bu durum, onun edebi kişiliğinde eleştirel ve toplumcu bir yönün ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Müzik konusunda da başarılı olan ve “Seyid Nuh” mahlasıyla besteler yapan Nâbî, çok yönlü bir sanatçıdır. Bu niteliği, onun edebi kişiliğine zenginlik katmış ve farklı alanlardaki becerilerini sergileme imkânı sağlamıştır.
Yusuf Nâbî’nin edebi kişiliği, yaşadığı dönemin sosyal ve ahlâki sarsıntılarına duyarlı, düşünce ve fikirlerine önem veren, sade ve yalın bir dil kullanan, didaktik ve ahlakçı bir anlayışı benimseyen, eleştirel ve toplumcu bir şair olarak tanımlanabilir. Ayrıca, müzik alanındaki yeteneği ve başarılarıyla da çok yönlü bir sanatçı portresi çizen Nâbî, edebiyat dünyasında özgün ve önemli bir yere sahiptir.
Nâbî’nin edebi kişiliği, şiirlerinin ve manzum eserlerinin zaman içinde değer kazanmasında büyük rol oynamıştır. Şiirlerinde hayattan, insandan ve insanî konulardan kopmayan, günlük yaşamın içinde yer alan bir yaklaşım sergileyen Nâbî, böylece döneminin ve sonraki dönemlerin okuyucularıyla kolaylıkla iletişim kurabilmiştir.
Edebiyat tarihi açısından Nâbî’nin önemi, geleneksel dîvân şiirine farklı bir yön kazandırması ve toplumcu bir bakış açısı ile ele aldığı konularıyla dikkat çekmesidir. Bu anlamda, yaşadığı dönemin sosyal ve ahlâkî sarsıntılarını eleştirel bir gözle inceleyerek, edebiyat dünyasına önemli katkılarda bulunmuştur.
Nâbî’nin edebi kişiliği, yaşadığı dönemin etkileriyle şekillenen, düşünce ve fikirlerini öne çıkaran, sade ve yalın bir dil kullanan, didaktik ve ahlakçı özellikler taşıyan, eleştirel ve toplumcu bir şair olarak öne çıkmaktadır. Bu nitelikleriyle, Osmanlı dîvân edebiyatında değerli ve özgün bir yere sahip olan Nâbî, edebi mirasını ve düşüncelerini gelecek nesillere aktarmıştır.
A) Nabi’nin Manzum Eserlerinin İçerikleri
Nabi – Türkçe Divân
Nâbî’nin Divanı, şairin yaşamı boyunca yazdığı eserlerin toplandığı ve düzenlendiği önemli bir çalışmadır. İki defa basılan Divan, bir kez Bulak’ta (1841) ve bir kez de İstanbul’da (1875) yayımlanmıştır. Eserin ortaya çıkışında Halep Valisi Silahdar İbrahim Paşa’nın ısrarı ve müsveddelerin toplanıp düzenlenmesine nezaret etmesi büyük rol oynamıştır.
Nâbî’nin Divanı’nda, çeşitli edebi türlerde yazılmış eserler yer almaktadır. Bu eserler arasında 1 tevhid, 4 naat, İslâm büyükleri hakkında medhiyeler, padişahlar II. Mustafa ve III. Ahmed için kasideler, devrin diğer devlet ricali için yazılmış kasideler, 1 terkib-i bend, 1 muhammes, 3 tahmis ve birçok tarih bulunmaktadır.
Divan’ın mesnevi tarzındaki şiirleri, IV. Mehmet’e bir medhiye ile başlar ve padişahlar, büyükler ve dostlar hakkında yazılmış manzumeleri içerir. Gazeliyat bölümü ise alfabetik olarak düzenlenmiş olup, her ses değişiminde gazellerin başına birer rubai eklenmiştir.
Nâbî’nin Divanı, şairin yaşadığı dönemin sosyal, siyasi ve kültürel atmosferini yansıtan önemli bir eserdir. Aynı zamanda, Nâbî’nin edebi kişiliği, düşünceleri ve üslubunu gözler önüne seren bu eser, Osmanlı dîvân edebiyatında değerli bir yere sahiptir. Nâbî’nin Divanı, günümüzde de okuyucular için Osmanlı dönemi şiir ve kültürünün anlaşılması ve incelenmesi açısından önemli bir kaynak olarak kabul edilmektedir.
Nabi – Farsça Dîvânçe
Nâbî’nin Farsça Dîvânçe eseri, şairin Fars edebiyatına ve İranlı şairlerin şiirlerine olan ilgisini göstermektedir. Bu eserde, Mevlânâ, Molla Câmî, Hâfız, Sâib-i Tebrîzî, I. Sultan Selim, Feyzî-i Hindî, Şifâî, Urfî, Kelîm, Nazîrî, Şevket, Meylî, Garibî ve Tâlib gibi çoğunluğu İran şairi olan ünlü şairlerin Farsça gazellerine nazire olarak yazılmış tahmisler bulunmaktadır.
Farsça Dîvânçe, Nâbî’nin yaşadığı dönemdeki toplumsal ve sosyal sıkıntılar ile edebiyattaki malzeme azlığı nedeniyle İran sahasına yönelmesini gösterir. Nâbî’nin İran sahasında kendine örnek aldığı kişi Sâ’ib-i Tebrizî olsa da, şair hiçbir zaman onun taklitçisi olmamış, sadece onun Hikemî fikirlerini ve düşüncelerini dile getirme tarzını benimsemiştir.
Farsça Dîvânçe’de gazel, tahmis ve tarih nazım şekillerinden oluşan 54 manzume bulunmaktadır. Gazeller çoğunlukla 5-7 beyitlidir.
Eserde, Nâbî yer yer sıkıntılarını ve şikâyetlerini dile getirir, insanların vefasızlığı ve sadakatsizliğinden şikâyet eder. Gazel ve tahmislerin bazı beyitlerinde, tasavvuf merkezi olarak bilinen Horasan ve İsfahan’a duyduğu özlemi dile getirir ve orada bulunan din ve devlet büyüklerini anar.
Nâbî’nin Farsça Dîvânçe’sinin şekil ve muhteva açısından incelenmesi sırasında, Türkçe Divân ile Farsça Dîvânçe arasında benzerlikler ve farklılıklar tespit edilir. İki eser arasında büyük farklılıklar görülmezken, Farsça Dîvânçe’deki Sebk-i Hindî akımının etkisi, hikemî tarzın ekolü olan şairin Türkçe Divânı’ndan farklı olarak dikkat çeker.
Nabi – Tercüme-i Hadîs-i Erbaîn
Nâbî’nin Tercüme-i Hadîs-i Erbaîn eseri, şairin Mollâ Câmî’nin Farsça nazma çektiği kırk hadisi Türkçeye aktardığı bir çalışmadır. Nâbî, esere tüm nüshalarda yer almayan mensur bir giriş ile başlar. Bu girişte, Hz. Peygamber’in kırk hadis ezberlemeye dair hadisindeki müjdeye değinir ve Mollâ Câmî’nin kırk hadisi derleyip Farsça nazma çektiğini belirtir. Nâbî’nin amacı, Farsça bilmeyenlere de bu hadislerin faydasını sağlamaktır.
Seyfullah Korkmaz, Şehid Ali Paşa’ya gönderdiği bir mektuptan hareketle, Nâbî’nin bu kırk hadis tercümesini bahsi geçen Paşa’ya sunduğunu düşünmektedir. Nâbî’nin 1674-75 yılında bitirdiği tercümesinde, kaynak metindeki kıt’a nazım biçimi ve “fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün” kalıbını kullanarak kaleme almıştır. Karahan’a göre, Nâbî Mollâ Câmî’nin eserini birebir tercüme etmemiş, hatta yer yer hadis metnine bağlı kalmıştır.
Tercüme edilen hadislerde, müminlerin kardeşliği, gerçek iman, bir Müslümanın güvenilir olması gerektiği, cimrilik, haset ve hırsın kınanması, Allah’a şükretmek ve merhametli olmak gibi muhtelif konular ele alınmıştır.
Nabî’nin Tercüme-i Hadîs-i Erbaîn eseri, ilk olarak Necip Asım tarafından Arap harfli olarak neşredilmiş olup, hangi nüshanın esas alındığı belirtilmemiştir.
Nabî – Hayriyye
Hayriyye, asıl adıyla Hayrînâme, ünlü şair Nâbî tarafından 1701 yılında Halep’te yazılmış önemli bir mesnevidir. Eser, yaklaşık 1665 beyit olup otuz beş bölümden oluşmaktadır ve bölüm başlıkları da aynı vezinle yazılmış birer mısradır. Nâbî, eserini yedi yaşındaki oğlu Ebülhayr Mehmed Çelebi’ye ithaf etmiştir ve bu sebeple esere Hayrînâme adını vermiştir.
Hayriyye, Allah’a hamd ile başlayıp, kâinatın ve insanın yaratılışına, Hz. Peygamber’in methine değinir. İslam’ın şartları, ilim ve çalışmanın önemi, cehaletin kötülükleri ve Allah’ı bilmenin gerekliliği üzerinde durulan başlıca konular arasındadır. Eserde, İstanbul’un şehrin güzellikleri, ilim ve irfan sahiplerinin bu beldede yaşaması ve şehrin sanat ve kültür merkezi oluşu övülür. Nâbî, oğluna devlet adamlığından uzak durmasını ve toprakla uğraşmanın iyi bir meslek olduğunu öğütler.
Hayriyye, çocuk eğitimi ve edebiyatı alanında Türk kültür tarihindeki ilk eserlerden biri olarak kabul edilmektedir. Şair, eserde toplumdaki aksaklıkları, ahlak düşüklüğünü ve idarecilerin zayıflığını eleştirmiştir. Hayriyye, şekil, tertip ve muhteva açısından Ferîdüddin Attâr’a nisbet edilen Pendnâme veya Keykâvus b. İskender’in Ḳābûsnâme’sine benzemekle birlikte, sosyal eleştiri ve Osmanlı Devleti kurumlarıyla süzgecinden geçirilmiş orijinal bir eserdir. Nâbî, kendi tecrübelerine de yer vererek eserine özgün bir karakter kazandırmıştır.
Nabî – Hayrâbâd
Nabi’nin Hayrâbâd adlı eseri, 1705 yılında Halep’te yazılmış olan ve Ferîdüddin Attâr’ın İlâhînâme’sindeki bir hikâyenin genişletilmesiyle oluşan bir mesnevidir. Eser, Farsça başlık taşıyan yetmiş bölümden oluşmakta ve aruzun “mef‘ûlü mefâilün feûlün” kalıbıyla yazılmıştır. Hayrâbâd, tamamen sergüzeşte dayanan bir eser olup tasavvufî remizler içermemektedir.
Eserde, Cürcân ülkesi hükümdarı Hürrem Şah, nedimi Câvid’i içki meclisinde şair Fahr-i Cürcânî’ye ihsan eder. Ancak ertesi gün Hürrem Şah, bu hareketine pişman olur ve Câvid’i geri isteyince, Fahr onu taht odasının altındaki “serdâb”da saklamıştır. Hikâye, Câvid’in serdâbda öldüğü sanılan yangından sonra hırsız Çâlâk tarafından kurtarıldığının ortaya çıkması ve Hürrem Şah ile Çâlâk’ın Câvid’i bulma maceraları etrafında şekillenir.
Hayrâbâd, güzel tasvirleri, sürükleyici olayları ve ifade gücüyle Nâbî’nin sanatındaki ustalığı gösteren bir eser olarak kabul edilir. Ancak Şeyh Galib’in tenkitleri ve eserin belirli bir görüş ve düşünce bütünlüğünden yoksun olması gibi eleştirilere de maruz kalmıştır. Şeyh Galib, eserin gereksiz yere uzatıldığını ve ifadesinin ağır olduğunu belirtirken, Ziyâ Paşa da Harâbât mukaddimesinde Şeyh Galib’in tenkitlerinde haklı olduğunu ifade etmiştir.
Nabi’nin Hayrâbâd adlı eseri, sergüzeşte dayanan bir mesnevi olup tasavvufî remizler içermemektedir. Eserde, Hürrem Şah, Câvid, Fahr-i Cürcânî ve Çâlâk gibi çeşitli karakterlerin maceraları ve iç içe geçen olaylar anlatılmaktadır. Eserin güçlü ifade ve tasvirlerine rağmen, bazı eleştirilere de maruz kalmıştır.
Nabî – Surnâme
Surnâme, Osmanlı döneminde özellikle şenlik ve düğünler gibi büyük kutlamaları anlatan ve genellikle padişahların, şehzadelerin ve devlet adamlarının katılımıyla düzenlenen etkinlikleri betimleyen edebi eserlerdir. Surnâme türü eserler, dönemin tarihi, kültürel ve sosyal yapısı hakkında önemli bilgiler sunar ve o dönemde yaşanan coşkulu kutlamaları, törenleri ve gelenekleri anlatır. Bu türde yazılan eserler genellikle mesnevi şeklinde kaleme alınır ve dönemin önemli şairleri tarafından yazılır.
Nabi’nin Surnâme’si, IV. Mehmed’in şehzadelerinin sünnet düğünü vesilesiyle yazılmış önde gelen Surnâme türü eserlerinden biridir. 587 beyitten oluşan bu mesnevi, şehzadelerin sünnet düğününün ayrıntılı bir betimlemesini sunarak, Osmanlı sarayının ihtişamını ve dönemin sosyal yaşamını yansıtmaktadır.
Eserde, şenliklerin düzenlenişi, süslemeler, ziyafetler, müzik eşliğinde yapılan eğlenceler ve düğün alaylarının geçişi gibi etkinliklerin tasvirleri yer alır. Ayrıca, Osmanlı sarayının günlük yaşamı, saray adabı ve gelenekleri, protokol kuralları, devlet adamlarının ve halkın düğüne olan katılımı ve heyecanı gibi konular da eserde işlenir.
Nabi’nin Surnâme’si, dönemin tarihi ve kültürel yapısını tanıtan değerli bir eser olarak kabul edilir. Eserde kullanılan dil ve üslup, şairin edebi yeteneğini ve anlatım gücünü gösterirken, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamını ve kutlamalardaki coşkuyu okuyucuya aktarmaktadır. Surnâme türü eserler sayesinde, tarihçiler ve edebiyat araştırmacıları dönemin sosyal, kültürel ve tarihi atmosferine dair önemli bilgilere ulaşabilmektedir.
B) Nâbî’nin Mensur Eserlerinin İçerikleri
Nâbî – Tuhfetü’l-Haremeyn
Tuhfetü’l Haremeyn, Türk edebiyatında önemli bir şair olan Nabi’nin 37 yaşında gerçekleştirdiği Hac yolculuğunu anlattığı seyahatnamedir. Haremeyn, İslam dünyasında Mekke ve Medine şehirlerini ifade eden bir kavramdır, Tuhfetü’l ise hediye anlamına gelir. Türkçeye Haremeyn Armağanı olarak çevrilen bu eser, şairin kutsal topraklara yaptığı yolculuğu ve bu süreçte yaşadığı manevi deneyimleri konu alır.
Nabi’nin Tuhfetü’l Haremeyn’ı, diğer seyahatnamelerden farklı olarak, yalnızca şehirler ve çevre betimlemelerine değil, aynı zamanda şairin iç dünyasında yaşadığı manevi değişimlere de odaklanmaktadır. Bu özelliği ile Tuhfetü’l Haremeyn, seyahatname türünün sadece dış dünyayı anlatan bir yapıya sahip olmadığını, aynı zamanda yazarların iç dünyalarını ve manevi yaşantılarını da aktarabileceği bir tür olduğunu gösterir.
Toplam 190 sayfa olan Tuhfetü’l Haremeyn, nesir şeklinde yazılmış olup, dönemin ağır dili kullanılarak kaleme alınmıştır. Nabi, bu eserde Mekke ve Medine şehirlerini detaylı bir şekilde anlatırken, aynı zamanda Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik duygusunu, Hac ibadetinin faziletlerini ve kutsal topraklarda edindiği izlenimleri okurlarına aktarır.
Nabi’nin Tuhfetü’l Haremeyn eseri, seyahatname türüne önemli katkılarda bulunur. Eser, seyahatnamelerin sadece coğrafi ve kültürel bilgiler sunan bir tür olmadığını, aynı zamanda yazarların manevi dünyalarını ve yaşadıkları değişimleri de aktarabileceği zengin bir tür olduğunu gösterir. Bu yönüyle, Nabi’nin Tuhfetü’l Haremeyn’ı, seyahatname türünün edebi değeri ve anlatım gücü açısından öne çıkan örneklerinden biri olarak kabul edilir.
Nabi’nin Tuhfetü’l Haremeyn Eserinde Geçen Olaylar
- Yolculuğa başlama: Nabi, 37 yaşında Hac yolculuğuna başlamaya karar verir. Bu, onun için büyük bir manevi öneme sahip olan bir dönüm noktasıdır.
- Deniz yolculuğu: Nabi, İstanbul’dan Mekke’ye giden yolculuğunda deniz yoluyla seyahat eder. Bu süre zarfında yaşadığı zorluklar, fırtınalar ve yolculuk tecrübesi eserde anlatılır.
- Mekke’ye varış ve Kâbe ziyareti: Nabi, kutsal şehir Mekke’ye vardığında büyük bir heyecan ve coşku yaşar. Kâbe’yi ziyaret etmek ve Hac ibadetini yerine getirmek için sabırsızlanır. Kâbe’yi ilk gördüğünde yaşadığı duyguları ve iç dünyasındaki manevi değişimi eserde dile getirir.
- Medine ziyareti ve Peygamber Efendimiz’in kabri: Nabi, Mekke’deki Hac ibadetlerini tamamladıktan sonra Medine’ye geçer. Burada Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in kabrini ziyaret eder ve onun yaşadığı şehirde bulunmanın verdiği huzur ve manevi tatmini anlatır.
- Hac ibadetinin faziletleri: Nabi, Hac ibadetinin faziletlerini ve Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik duygusunu vurgular. Kutsal topraklarda edindiği izlenimler ve gözlemler, eserde önemli bir yer tutar.
- Dönüş yolculuğu: Nabi, Hac ibadetini tamamladıktan sonra İstanbul’a geri dönmeye karar verir. Dönüş yolculuğunda da yaşadığı olaylar ve deneyimler, eserde yer alır.
Nâbî – Münşeât-ı Nabi
Nabi’nin Münşeât eseri, Klasik Türk edebiyatının önemli şairlerinden olan Nabi’nin mensur metin ve mektuplarından oluşan bir derlemedir. Nabi’nin inşa türündeki kudretini ve ustalığını gösteren, münşeât geleneğinin değerli örneklerinden biri olan Münşeât-ı Nabi edebiyatımız için önemli bir kaynaktır.
Münşeât-ı Nabi, toplam 244 metin ve mektup içermekte olup, bu mektupların bazılarına yazılmış cevaplar da bulunmaktadır. Nabi’nin döneminin önde gelen isimleriyle, özellikle sadrazamlar, şeyhülislamlar ve diğer bürokratlarla olan mektuplaşmaları, eserin temelini oluşturur. Ayrıca ilmiye sınıfına mensup pek çok şahıs ve şairlerle yapılan mektuplaşmalar da eserde yer almaktadır.
Münşeât-ı Nabi, Nabi’nin biyografisine ve kişiliğine dair yeni ve özel bilgiler sunar. Bu mektuplar sayesinde şairin yaşamının geniş bir dönemine yayılmış görüşleri, düşünceleri ve olaylara bakış açısı ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda, dönemin sosyal ve kültürel yapısına dair araştırmalar için de belge niteliği taşıyan eser, Osmanlı toplumunun tarihi ve edebi değerlerine ışık tutmaktadır.
Eserde yer alan özel isimler dizini, okuyucunun Nabi’nin mektuplaştığı kişiler ve metinlerde geçen önemli isimlere kolayca ulaşabilmesini sağlar. Münşeât-ı Nabi, Klasik Türk edebiyatı ve hikemî tarzın büyük temsilcisi olan Nabi’nin edebi mirasını anlamak ve değerlendirmek için önemli bir kaynaktır.
Nâbî – Fetih-nâme-i Kamaniçe
Fetih-nâme-i Kamaniçe, ünlü şair Nâbî’nin 1672 yılında IV. Mehmed’in Lehistan’a (Polonya) düzenlediği seferi ve Kamaniçe’nin fethini anlatan bir eseridir. Bu eser, Nâbî’nin ilk yazdığı eser olma özelliğini taşır ve sefere katıldığı Musahip Mustafa Paşa’nın divan kâtibi olarak görev yaptığını belirtir. Şair, seferin sonunda Kamaniçe’nin fethine dair iki tarih manzumesi kaleme almıştır. İlk manzume büyük beğeni toplamış ve son beyiti kale kapısına işlenmiştir. Nâbî, bu manzumeyi Fetih-nâme-i Kamaniçe’ye de eklemiştir.
Musahip Mustafa Paşa’nın isteği üzerine yazılan Fetih-nâme-i Kamaniçe, IV. Mehmed tarafından da beğenilmiş ve şaire samur kürk hediye edilmiştir. Türkiye’deki el yazması kütüphanelerinde eserin yirmi dokuz nüshası bulunmaktadır.
Nâbî, eserinde öncelikle nazım ve nesir sahasında çalışmanın zor olduğunu, ancak ilim sahibi olanların bunu başarabileceğini ifade eder. Ardından IV. Mehmed’i, veziriazam Ahmed Paşa ve Musahip Mustafa Paşa’yı över. Lehistan’a düzenlenen seferin kararından ve kendisinin de sefere divan kâtibi olarak katılacağından bahseder.
Fetih-nâme-i Kamaniçe’nin bölümleri şu şekildedir:
- Mukaddime
- Muharebenin sebepleri
- Ordu-yı hümâyun’un hareketi
- Savaşın başlaması
- Ordu-yı hümâyun’un dönüşü.
Eser, Nâbî’nin nesir sahasındaki ustalığını, farklı üslupları bir arada kullanma becerisini gösterir ve süslü nesirle yazılmış bir fetih hadisesi olması bakımından edebiyat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Eserde mensur bölümlere ek olarak manzum parçalara da yer verilmiştir ve biri Farsça olmak üzere dil olarak daha sade bir anlatım sunar.
Fetih-nâme-i Kamaniçe ile üne kavuşan Nâbî, tarih düşürmede aranan bir şair hâline gelmiştir. Devlet büyükleri ve yakın çevresi tarafından kendisinden değişik olaylarla ilgili tarih düşürmesi talep edilmiş ve ünü gün geçtikçe artmıştır. Bu vesileyle meşhur Sûr-nâme’sini de kaleme almıştır.
Nâbî – Zeyl-i Siyer-i Veysî
Zeyl-i Siyer-i Veysî, 17. ve 18. yüzyılın büyük şairlerinden Yûsuf Nâbî’nin, Üveys bin Mehmed’in (ö. 1038/1628) siyer alanında kaleme aldığı ve Osmanlı sahasında pek çok müellifi etkileyen Dürretü’t-Tâc fî Sîreti Sâhibi’l-Mi’râc adlı eseri Siyer-i Veysî’yi tamamlamak amacıyla yazdığı önemli bir çalışmadır. Nâbî, Siyer-i Veysî’yi iki ayrı Zeyl ile tamamlamıştır.
İlk Zeyl, Bedir Gazâsı’ndan (2/624) Benî Kaynukâ Gazvesi’ne kadar olan dönemi kapsar. İkinci Zeyl ise, bu tarihten Mekke’nin fethine kadar (8/630) olan süreci ele alır. Zeyl-i Siyer-i Veysî adıyla bilinen bu iki tarih, âyetlerin sebeb-i nüzûlleri, yabancı hükümdarlara gönderilen mektuplar ve bazı önemli hadiseleri de işlemektedir.
Zeyl-i Siyer-i Veysî, Osmanlı süslü nesir geleneğinin önde gelen örneklerinden biri olarak kabul edilir. Bu eserde Nâbî, Hz. Muhammed’in hayatının önemli olaylarını ve dönüm noktalarını detaylı bir şekilde anlatır. Ayrıca, dönemin sosyal ve siyasi yapısına dair bilgiler sunarak okuyucuya daha geniş bir perspektif kazandırır.
Nâbî’nin Zeyl-i Siyer-i Veysî eseri, onun siyer alanındaki bilgi ve becerisini gösterirken, aynı zamanda Osmanlı sahasında siyer edebiyatının gelişimine önemli bir katkı sağlar. Bu eser, hem siyer türünün değerli örneklerinden biri olarak kabul edilir, hem de Nâbî’nin edebiyat tarihindeki önemini ve etkisini gösterir.
Hikemi Gazel nedir? Nabi’nin Hikemi Gazel Anlayışı
Hikemî gazel, klasik Türk edebiyatında düşünce ve öğüt verici nitelikteki gazellere verilen isimdir. Bu türdeki gazellerde şairler, hayatın anlamı, insanın dünyadaki yeri, ahlak, insan ilişkileri, ölüm ve ahiret gibi konuları işlerler. Aynı zamanda, insanın dünyevî zevklerden, hırslardan ve geçici değerlerden uzak durarak hakikate yönelmesi gerektiğini vurgularlar. Hikemî gazeller, felsefi ve manevi düşüncelerle bezeli olarak yazılır ve genellikle divan şairlerinin önemli bir kısmını oluşturur.
Nâbî, hikemî gazel anlayışında, insanın dünyevî zevklere ve hırslara kapılmamayı, ahiret yolunda ilerlemeyi ve kalıcı değerlere yönelmeyi öğütler. Aşkın çilesinden, dünyaya gönül vermekten ve geçici zevklerden kaçınmayı tavsiye eder. Nâbî’nin hikemî gazellerinde, hayatın anlamı, insanın dünyadaki yeri, ahlak, insan ilişkileri, ölüm ve ahiret gibi konular işlenir.
Nâbî’nin hikemî gazellerinde sıklıkla işlenen konular şunlardır:
- Ahlak ve insan ilişkileri: İnsanların birbirleriyle olan ilişkilerinde ahlaklı ve dürüst olmaları gerektiğini vurgular.
- Dünyevî zevkler ve hırslar: Dünyanın geçici zevklerine ve hırslarına kapılmamak, bunların insanı hakikatten uzaklaştıracağına dikkat çeker.
- Hayatın anlamı: İnsanın dünyadaki amacını ve varoluşun anlamını sorgular, insanın gerçek değerlere yönelmesi gerektiğini ifade eder.
- Ölüm ve ahiret: İnsanın ölümün kaçınılmaz olduğunu ve ahiret hayatının önemini vurgular, bu düşünceyle insanın dünyada daha dikkatli ve ahlaklı yaşamasını öğütler.
Nâbî’nin hikemî gazel anlayışı, klasik Türk edebiyatında düşünce derinliği ve öğüt verici nitelikleriyle dikkat çeker ve bu türün önemli temsilcilerindendir.
Nabi – Gazel (Usandık Redifli)
Bir devlet içün çerhe temennâdan usandık
Bir vasl içün ağyâra müdârâdan usandık
Hicran çekerek zevk-i mülâkâtı unuttuk
Mahmûr olarak lezzet-i sahbâdan usandık
Düştük kati çoktan heves-i devlete ammâ
Ol dâiye-i dağdağa-fermâdan usandık
Dil gamla dahi dest ü girîbandan usanmaz
Bir yâr içün ağyar ile gavgâdan usandık
Nâbî ile ol âfetin ahvâlini naklet
Efsâne-i Mecnûn ile Leylâdan usandık
Bu gazelde Nabi, dünya zevkleri ve değerlerine karşı duyulan bıkkınlık ve usanmışlık üzerine yoğunlaşır. Aynı zamanda, aşkın ve sevgilinin değeri, aşkın acıları ve zorluklarıyla baş etme konuları işlenir.
- Beyit: Devlet ve makam için duyulan arzudan usanıldığı ifade edilir. Aynı zamanda, birleşme ve sevgiliyle kavuşma için başkalarına yapılan yaltaklanmalar ve müsamahalardan da usanıldığı belirtilir.
- Beyit: Hicran acısıyla yaşarken, sevgiliyle mülâkâtın zevkini unuttuk denir. Aşkın sarhoşluğuyla sahba (şarap) içmenin lezzetinden de usanıldığı vurgulanır.
- Beyit: Uzun zamandır dünya makam ve mevkilerine olan hevesin kaybolduğu ifade edilir. Fakat bu dünya işlerinin karmaşa ve telaşı yüzünden de usanıldığı belirtilir.
- Beyit: Kalp, acılara ve zorluklara karşı dayanıklıdır ve usanmaz. Sevgili uğruna başkalarıyla yaşanan çatışma ve sıkıntılardan usanıldığı söylenir.
- Beyit: Nâbî ile sevgilinin hallerini ve yaşadıklarını anlatmaya çağrılır. Artık Mecnun ve Leyla hikâyesinden usanıldığı, yeni aşk hikâyelerine yer verilmesi istenir.
Bu gazelde, dünya zevklerine karşı duyulan bıkkınlığın ve aşkın acılarını çekmenin insanı yıprattığı ifade edilirken, aynı zamanda gerçek değerlerin ve sevginin önemi vurgulanır. Aşkın acıları ve zorluklarına rağmen, sevgilinin değeri ve aşkın güçlü etkisi, bu dünya zevklerinin önünde tercih edilir.
Nabi – Gazel (Görmüşüz redifli)
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz
(Dünya bahçesinde hem sonbaharın hem ilkbaharın gördük, Hem neşenin hem gamın rüzgarını yaşamışız biz.)
Çok da mağrur olma kim meyhâne-i ikbalde
Biz hezâran mest-i mağrûrun humârın görmüşüz
(İkbal meyhanesinde fazla gururlu olma, Çünkü burada nice hezimet içindeki sarhoşları görmüşüz biz.)
Top-i âh-i inkisâra pâydâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengin-hisârın görmüşüz
(Dünyanın güçlü kalelerini gördük ama hepsi yıkıldı, Hiçbir şeyin kalıcı olmadığını anladık biz.)
Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz
(Bin başarılı evi, bir yıkım hüzünlüsüyle mahveder, Acı çekenlerin gözyaşlarından kaynaklanan yıkımları görmüşüz biz.)
Biz hadeng-i can-güdâzı ahdır sermâyesi
Biz bu meydânın nice çâpük-süvârını görmüşüz
(Nice yorgun atların sürüklendiğini gördük bu dünyada, Aşk acısı çekenlerin varlığıyla sermaye kazanmışız biz.)
Bir gün eyler dest-beste pâygâhı cay-gâh
Bî-aded mağrûr-i sadr-i i’tibârın görmüşüz
(Bir gün, kaderin önünde eğilip kalkan yerde duracak, Nice gururlu ve önemli insanları görmüşüz biz.)
Kâse-i deryûzeye tebdil olur câm-i murad
Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz
(Kıyamet denizinin kadehi, istek kadehine dönüşür, Nâbî, bu dünya meclisinde nice şarap içenleri görmüşüz biz.)
Bu beyitlerde, Nâbî dünyanın geçici ve döngüsel doğasını vurguluyor. Hem mutluluk hem de üzüntü anları yaşayan insanların, bu dünyadaki her şeyin gelip geçici olduğunu unutmaması gerektiğini söylüyor. İnsanların başarılarının ve zaferlerinin de geçici olduğunu ve dünyada hiçbir şeyin kalıcı olmadığını hatırlatıyor.
Nâbî, insanların gururlu olmamalarını ve başarıya ulaştıklarında bile her şeyin geçici olduğunu unutmamalarını öğütler. Aşk acısı çekenlerin yaşadıkları zorlukları ve dünyanın döngüsel doğasını kabul ederek, daha kalıcı değerlere yönelmeleri gerektiğini ifade eder.
Urfalı Yusuf Nabi’nin Kaside Anlayışı
Urfalı Yusuf Nabi, 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı şairlerinden biridir. Kaside anlayışı, özellikle Osmanlı şiirinde önemli bir yere sahiptir. Kaside, övgü ve yüceltme amacıyla yazılan şiirlerdir ve genellikle devlet adamlarına, padişahlara ve büyük şahsiyetlere ithaf edilir.
Nabi’nin kaside anlayışı, Osmanlı edebiyatının geleneği içinde gelişir ve şair, kaside türünde önemli eserler kaleme alır. Nabi’nin kasideleri, genellikle zengin bir söz sanatı ve anlam derinliğiyle bezenmiştir. Bu kasidelerde, şiirin işleyişinde ve övgü unsurlarında güçlü bir süsleme ve süslü anlatım tercih edilir.
Nabi’nin kaside anlayışında, devrin yöneticilerine ve büyük şahsiyetlere yapılan övgüler önceliklidir. Şair, bu kişilere olan övgü ve minnet duygularını coşkulu bir dille ifade eder. Aynı zamanda, Nabi kasidelerinde toplumsal, tarihi ve kültürel değerlere de yer verir ve bunları övgü konusu olarak kullanır.
Nabi’nin kasidelerinde, hem klasik Osmanlı şiirinin hem de Divan şiirinin etkisi görülür. Şair, kaside türünde kendi yaratıcı anlayışını ve duyarlılığını ortaya koyarak, bu geleneği devam ettirir ve zenginleştirir. Nabi’nin kaside anlayışı, zamanının edebi değerlerine uygun olarak büyük bir ustalık ve incelikle kaleme alınmıştır.
Nâbî’nin Şiirinde Mazmunlar
- Aşk ve Sevgili: Nâbî’nin şiirlerinde sıkça aşk temasına rastlanır. Bu aşk hem dünyevi, sevgiliye duyulan aşkı, hem de ilahi, Allah’a olan sevgiyi ifade eder. Şiirlerinde sevgili ve aşk temasını işleyerek insanın tutkusunu, özlemini ve aşk acısını anlatır.
- Doğa ve Bahar: Nâbî’nin şiirlerinde doğa ve baharın güzellikleri sıklıkla kullanılır. Doğadaki güzellikler aşkın ve sevginin güzelliğine benzetilerek şiirlerinde yer alır. Gül, bülbül, lâle ve fıstık ağacı gibi doğa ögeleri sıkça kullanılır.
- Gazel ve Divan Şiiri Öğeleri: Nâbî’nin şiirlerinde gazel ve divan şiirine özgü mazmunlar kullanılır. Gazel, aşk ve özlem temasının işlendiği lirik bir şiir türüdür. Divan şiiri ise daha klasik ve süslü bir dille yazılan şiirlerdir. Nâbî, bu türlerin öğelerini şiirlerinde kullanarak okuyucuya zengin bir dil ve anlam dünyası sunar.
- Hayatın Geçiciliği ve Ölüm: Nâbî’nin şiirlerinde hayatın geçiciliği ve ölüm temasına sıklıkla yer verilir. Şiirlerinde dünya zevklerinin ve ihtişamının gelip geçici olduğunu, insanın ölümsüz olmadığını hatırlatır. Ölümün kaçınılmaz olduğunu vurgulayarak insanların daha düşünceli ve dikkatli olmaları gerektiğini anlatır.
- Maneviyat ve Ahlak: Nâbî’nin şiirlerinde maneviyat ve ahlaki değerler önemli bir yer tutar. İnsanın iç dünyasına ve ruhani değerlere önem verilerek insanın daha iyi bir insan olması için yapılan öğütler yer alır.
Nâbî Ekolü, Nâbî Tarzı nedir?
Nâbî Ekolü ya da Nâbî Tarzı, 17. ve 18. yüzyıl Osmanlı şairi Urfalı Nâbî’nin öncülük ettiği bir şiir ekolüdür. Nâbî, dönemindeki edebiyat anlayışına yeni bir soluk getirmiş ve kendi tarzında şiirler yazarak dikkat çekmiştir. Bu ekol, Nâbî’nin şiirlerindeki özelliklerden ve anlayışından etkilenen şairlerin izlediği yolu temsil eder.
Nâbî, “Hikemî şiir” veya “Hakimâne şiir” denilen öğretici bir şiir anlayışı olarak karşımıza çıkan hikemî gazel ustasıdır. Bu açıdan divan şiirinde didaktik sözcüğü anlamına gelen Hikemî sözcüğü Nâbî ile özdeşleşmiştir.
Nâbî Ekolü’nün veya Nâbî Tarzı’nın temel özellikleri şunlardır:
- İçtenlik ve Samimiyet: Nâbî Ekolü’ne göre, şiirlerde içtenlik ve samimiyet önemlidir. Şairler, duygularını ve düşüncelerini gerçekçi ve samimi bir şekilde ifade etmeye özen gösterirler.
- Duygu ve Düşünce Önceliği: Nâbî Tarzı’nda duygu ve düşünceye büyük önem verilir. Şiirlerde anlatılmak istenen duygu ve düşüncelerin, süslü ve gösterişli bir dilin önüne geçmemesi hedeflenir.
- Doğal ve Sade Dil: Nâbî Ekolü’nün temsilcileri, şiirlerinde doğal ve sade bir dil kullanarak okuyucuya daha yakın ve anlaşılır bir anlatım sunarlar. Bu sayede şiirler daha kolay benimsenir ve yayılır.
- Ahlaki ve Manevi Değerler: Nâbî Tarzı’nda ahlaki ve manevi değerlere önem verilir. Şiirlerde insanın iç dünyasına ve ruhani değerlere dikkat çekilerek, insanların daha iyi ve erdemli olmaları için öğütler verilir.
- Hayatın Gerçeklerine Dikkat Çekme: Nâbî Ekolü’nün şairleri, şiirlerinde hayatın gerçeklerine ve zorluklarına dikkat çekerler. Dünya zevklerinin geçiciliğini, insanın ölümlü olduğunu hatırlatarak, insanları daha düşünceli ve dikkatli olmaya davet ederler.
- Nâbî Ekolü ya da Nâbî Tarzı, özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda Osmanlı edebiyatında etkisini gösteren ve birçok şairin üzerinde etkili olan bir akımdır. Bu ekol sayesinde Osmanlı şiirinde daha içten, samimi ve duygulu bir anlatımın önemi vurgulanmıştır.
Nâbî’nin divan şiirindeki yeri diğer önemli şairlere benzerlikleri ve farklılıkları:
Nâbî, 17. yüzyıl Osmanlı Divan şairi olup, döneminin önemli şairlerinden biridir. Divan Edebiyatı’nda diğer önemli şairlerle benzerlikler ve farklılıklar gösterir. İşte Nâbî’nin diğer önemli şairlerle olan benzerlikleri ve farklılıkları:
Benzerlikler:
- Nâbî, diğer önemli şairler gibi klasik Divan şiiri geleneğine bağlıdır ve bu geleneğin teknik ve tematik özelliklerini kullanarak şiirler yazmıştır.
- Divan şairleri gibi, Nâbî de şiirlerinde söz sanatlarına yer vermiştir. Cinas, teşbih, mecaz ve diğer söz sanatları Nâbî’nin şiirlerinde de sıkça kullanılmıştır.
- Nâbî, diğer önemli şairler gibi gazel ve kaside gibi Divan edebiyatının önemli nazım şekillerini kullanarak şiirler yazmıştır. Aşk, övgü ve yergi temaları üzerine yazdığı gazel ve kaside türündeki şiirlerle tanınır.
Farklılıklar:
- Nâbî’nin şiirlerinde diğer Divan şairlerinden daha fazla içtenlik ve samimiyet bulunur. Şiirlerinde duygularını ve düşüncelerini daha doğal ve gerçekçi bir şekilde ifade etmeye özen gösterir.
- Nâbî, şiirlerinde sade ve anlaşılır bir dil kullanarak okuyucuya daha yakın ve anlaşılır bir anlatım sunar. Bu sayede Nâbî’nin şiirleri, diğer şairlerin şiirlerine göre daha kolay benimsenir ve yayılır.
- Nâbî, şiirlerinde ahlaki ve manevi değerlere daha fazla önem verir. İnsanın iç dünyasına ve ruhani değerlere dikkat çekerek, insanların daha iyi ve erdemli olmaları için öğütler verir.
- Nâbî’nin diğer şairlerden önemli bir farkı, hayatın gerçeklerine ve zorluklarına dikkat çekmesidir. Dünya zevklerinin geçiciliğini ve insanın ölümlü olduğunu hatırlatarak, insanları daha düşünceli ve dikkatli olmaya davet eder.
Nâbî, Divan Edebiyatı geleneğine bağlı olarak şiirler yazan bir şair olmasına rağmen, içtenlik, samimiyet ve sade anlatımıyla diğer önemli şairlerden ayrılır. Ahlaki ve manevi değerlere daha fazla önem vererek insanın iç dünyasına ve ruhani değerlere dikkat çeker. Ayrıca, hayatın gerçeklerine ve zorluklarına dikkat çekerek, insanları düşünceli ve dikkatli olmaya teşvik eder. Bu özelliklerle Nâbî, Divan Edebiyatı’nın önemli şairlerinden biri olarak öne çıkar ve kendi tarzını, Nâbî Tarzı olarak adlandırılan, oluşturur. Bu tarz, onun şiirlerinin diğer önemli şairlerinkinden ayrı bir nitelik taşımasına ve döneminde ve sonrasında etkili olmasına katkıda bulunur.
Henüz Hiç Yorum Yapılmamış