Bir zamanlar, uçsuz bucaksız bir çölün ortasında küçük bir vaha vardı. Bu vahada yaşayan yaşlı bir bilge, herkes tarafından tanınır ve saygı görürdü. Onun adı Görmeyen Bilge idi, çünkü gözleri hiçbir şey görmezdi. Ancak onun hikmetli sözleri, uzak diyarlardan bile insanların buraya akın etmesine neden olurdu. Söylentiye göre, bilge tüm bilgisini bir Altın Kitap’tan alıyordu.
Bu kitap, bilgenin kulübesinin en karanlık köşesinde saklıydı. Kitabı gören çok az kişi olmuştu ve bilge, onu yalnızca ihtiyaç anında açtığını söylerdi. Bir gün, genç bir gezgin vahaya ulaştı. Adı Elan’dı ve yıllardır bilgenin hikmetini duymuştu. Ama Elan’ın niyeti öğrenmek değil, Altın Kitap’ı çalmaktı.
Elan, bilgenin yanına gidip yorgun bir yolcu olduğunu söyledi. Bilge, onu içtenlikle karşıladı. Genç adam günlerce bilgenin yanında kaldı ve her sözünü dikkatle dinledi. Ancak her gece, bilgenin uykuya dalmasını bekliyor, sonra kitabı aramak için kulübeyi karış karış araştırıyordu. Ama ne kadar arasa da kitabı bulamıyordu.
Bir gece, sabrı tükenen Elan, bilgeyi uyandırdı ve öfkeyle sordu:
“Altın Kitap nerede? Tüm bilginin kaynağı olan o kitabı görmek istiyorum!”
Bilge sakince gülümsedi. “Kitap burada,” dedi ve yatağının altından bir sandık çıkardı. Sandığı açtığında, içindeki altın kaplama kitap göz kamaştırdı. Elan, kitabı eline aldı ve sayfalarını çevirmeye başladı. Ancak şaşkınlıkla fark etti ki, sayfalar boştan ibaretti.
“Bu bir aldatmaca!” diye bağırdı Elan. “Sayfalar boş! Burada hiçbir şey yazmıyor!”
Bilge, sakince genç adama döndü. “Bu kitap boş değil,” dedi. “Yalnızca gözlerini değil, ruhunu açanlar onun anlamını görebilir.”
Elan, hüsranla kitabı yere bıraktı ve kulübeyi terk etti. Ama tam giderken bilgenin son sözlerini duydu:
“Gerçek bilgi, gördüğün şeylerde değil, anlamak için çabaladığın yerdedir.”
Yıllar geçti. Elan, bilgenin kulübesine tekrar dönmek istedi, ama vahaya ulaştığında kulübenin yerinde bir yıkıntıdan başka bir şey bulamadı. Bilgenin izine dair hiçbir şey yoktu; yalnızca yerde yıpranmış bir Altın Kitap duruyordu. Merakla kitabı açtı ve bu kez, boş sandığını düşündüğü sayfaların üstünde kendisinin bilgeyle yaptığı konuşmaların birer birer belirdiğini fark etti.
Ancak sayfaları çevirdikçe, hiç hatırlamadığı cümleler ve olaylar da yazılmaya başladı. Sayfalar hızla doluyor, sanki kitap onun geçmişteki hatalarını, kararlarını ve düşüncelerini yeniden yazıyordu. Elan, kitabın sonuna ulaştığında titreyen elleriyle son cümleyi okudu:
“Son sayfa asla yazılmaz; çünkü her son, yeni bir başlangıçtır.”
Tam o anda, kitap ellerinin arasından bir ışık huzmesi gibi kayboldu. Gözleri kamaştı ve etrafındaki çöl bir anda tanımadığı bir yeşilliğe dönüştü. Artık vaha çok daha büyüktü, çiçekler açmış, hayat her yerdeydi. Ancak kulübenin olduğu yerde, altın bir levha duruyordu. Üzerinde şu sözler yazılıydı:
“Bilgiyi arayanlar, her seferinde kendi köklerine döner. “Elan bir anda, bilgenin gerçekten kör olup olmadığını ya da vahada yaşayıp yaşamadığını sorguladı. Ancak bilgeyi ya da vahayı değil, kendini sorgulaması gerektiğini fark etti. Kitabın yok oluşuyla zihninde yalnız bir his kalmıştı:
“Belki de bilge, her zaman içimdeydi.”
Elan o günden sonra hayatını, bu sırrın anlamını çözmeye adadı. Ama asıl sırrın ne olduğunu kimseye söylemedi, çünkü her arayışın bir yolculuk, her yolculuğun ise kişisel bir hikâye olduğunu anlamıştı.
Henüz Hiç Yorum Yapılmamış